Evlilik yıldönümlerinde yeni evli bir çiftin evine tatile giden 3 kişi olarak Stutgard’a iniş yaptık. Güzel bir planlama sonrası 4 günde 5 şehir gezdik.Sinem, Ece, Feryal ve Ayça Stutgard’dan arabaya atlar ve ilk Baden Baden’e uğrar.  Tabii arabayı kullanan ben, araba Sinem’in, Almanya kurallar ülkesi, yanımda da kurallar kraliçesi 🙂  Gerisini hayal gücünüze bırakıyorum. Yaklaşık 1buçuk saat sonra Baden Baden’e vardık. Arabayı park edip şehir merkezini aramaya koyulduk 🙂 Çünkü şehirdeki sessizlikten dolayı Sinem’in bize gösterdiği şehir merkezine inanmayıp, dükkanlara girip şehir merkezi neresi diye sormaya başladım. Şehir o kadar sakin ve sessiz ki inanamadım, mutlaka kalabalık, gürültülü bir yeri vardır diye düşündüm 🙂 Arkadaşıma güvenmem gerekiyordu halbuki, şehir merkezide, şehrin her yeri de aynı sakinlikteydi.

Baden Hamam anlamına geliyor, iki kere kullanılmasının sebebi ise Baden isimli Avusturya’da bir şehrin bulunmasıymış. Almanya’da sonbahar ilk burada başlarmış. Burası Almanya’da en çok ağacın bulunduğu milyonerlerin şehri, 300 yıldan beri aynı şartlarla rulet oynanan devasa kumarhanesi, kaplıcaları ile bir çok yazar ve bestecinin eserlerine konu olmuş. Ekim ayıydı ve sanırım en güzel mevsimiydi şehrin, renkli bir ormanın içinde, patika yoldan yürüyor gibisiniz.

Dere kenarından 356 yaşındaki Lichentaler Parkı’na doğru yürümeye başladık. Düşünsenize sizden önce o parkta Dostoyevski, Gogol, Turganyev gibi yazarlar, Brahms, List, Schumann gibi müzisyenler de dolaşmıştı buralarda. Kentin flarmoni orkestrası Almanya’nın en eski orkestrası, ayrıca Avrupa’nın ikinci büyük konser ve opera salonu da bu şehirde. Dotoyevski’nin iki katlı şirin evini de gördük. Dostoyevski’nin Kumarbaz romanını okuyanlar bilirler hikayeyi, 10 bin frank kazanıp, hırslanıp cebindeki bütün parayı bu şehirdeki kumarhanede kaybediyor.  Kumarhane’ye doğru yol aldık.  Girişi adeta bir saray gibi, kırmızı halılar , dev aynalar ve tavan resimleriyle inanılmaz bir ambiansı var. Dünyanın gelmiş geçmiş en önemli 9. kadın oyuncusu Marlene Dietrich , “Dünyanın en muhteşem kumarhanesinde rulet oynamaktan gurur duydum” demiş bu kumarhane için. Kumarhanenin önündeki kaldırımlar bile hala gaz lambalarıyla aydınlatılıyor tam 300 yıl öncesi gibi. Şehrin tepesindeki kiliseden akan su şifalıymış, fakat bizim vaktimiz olmadığından gidemedik. Maden suyu çeşmesine ev sahipliği yapan neo-Rönesans binası Trinkhalle’de görülmesi gereken yerlerden biri. Buradan Kloster Lichtental manastırına ilerliyoruz. Manastırın hemen arkasında Brahms’ın yazları geçirdiği Brahmshaus müzesi var. Kentin tarihi merkezi vadinin karşı yakasında. Yaya yolu haline getirilmiş Lange Strasse’den merdivenler Ortaçağ belediye binası ve Gotik Stiftskirche kilisesiyle Marktplatz’a çıkıyor. Her şeyin üstündeyse azametli Neues Schloss kalesi yükseliyor. Yakında, Gotik-Romanesk Stiftskirche’nin ve Roma hamamlarının yanında, ana kaplıcalar hâlâ işler halde.Şehir keyifli bir yürüyüşle gezilecek büyüklükte zaten. Buraya kadar gelip Tolstoy’un bile müdavimi olduğu Cafe König’de ufak bir mola verip Karaorman pastası ve tabi ki de yanında benim vazgeçilmezim çayımızı içip Baden Baden maceramıza son veriyoruz.

 strasbourg
Lichentaler Parkı cidden büyüleyici yeşil
baden baden
Dostoyevski’nin Mütevazi Evi
baden baden
Büyüleyici Casino Baden Baden
baden baden
baden baden
Trinkhalle Binası
baden baden
Kloster Lichtenthal manastırı, Bu resmide ben çektim cidden :)))
baden baden
Ama bunu ben çektim  :)) Manastır girişi..
baden baden
O ilhamlar buralarda gelmiş, Brahms Müzesi
baden baden
Yolların Güzelliği nedir peki 🙂
baden baden
Bence de çok güzel şehir :))
baden baden
Baden Baden hatırası pozu sanırım :))
baden baden

Cafe Konig, Bir Tolstoy, bir biz müdavimiyiz 🙂

Rotamız Strasbourg, Guy Ritchie hastası olarak sanırım Sherlock Holmes’u bir kaç kez izledim ve Strasbourg yanıyor ile başlayan Notre Dame Katedrali önü sahneyi pek severim. İşte o meydan günümüzde de şehrin en değerli meydanı. Arabamızı orada bile bedava park edip, merkeze yürüdük. İlk şehri daha güzel anlayabilmek için kanal turuna biletlerimizi aldık. Her zaman vaktim varsa bunu yapmayı tercih ediyorum, gayet keyifli ve verimli oluyor 🙂 Strasbourg’da şehrin tarihi kısmı zaten Ren nehri tarafından çevrelenmiş ve bir ada halinde. Ve kot farkından dolayı nehirde gezerken asansör sistemi ile yukarı çıkıyorsunuz tekneyle, aynı sistem bir de panama adasında varmış. Biz sadece tarihi kısımda gezdik, açıkçası ben bu şehri çok sevdim. Strasbourg’un en güzel bölgesi Le Petit France zaten.Ve  ne diyoruz yol insanı acıktırır 🙂 Hemen La corde a Linge adlı restoranda Salade de Pompes isimli patates salatası ve Baeckeoffe yedik ve enfes Alsas eyaleti şaraplarının keyfini çıkardık. Ponts Couverts, Petite bölgesinde üstü kapalı olarak neredeyse her Strazburg fotoğrafında gördüğünüz kulelerin olduğu köprü burası ve fotoğrafınızı eksik etmeyin tabii ki.

Cafe Konig, Bir Tolstoy, bir biz müdavimiyiz 🙂

Rotamız Strasbourg, Guy Ritchie hastası olarak sanırım Sherlock Holmes’u bir kaç kez izledim ve Strasbourg yanıyor ile başlayan Notre Dame Katedrali önü sahneyi pek severim. İşte o meydan günümüzde de şehrin en değerli meydanı. Arabamızı orada bile bedava park edip, merkeze yürüdük. İlk şehri daha güzel anlayabilmek için kanal turuna biletlerimizi aldık. Her zaman vaktim varsa bunu yapmayı tercih ediyorum, gayet keyifli ve verimli oluyor 🙂 Strasbourg’da şehrin tarihi kısmı zaten Ren nehri tarafından çevrelenmiş ve bir ada halinde. Ve kot farkından dolayı nehirde gezerken asansör sistemi ile yukarı çıkıyorsunuz tekneyle, aynı sistem bir de panama adasında varmış. Biz sadece tarihi kısımda gezdik, açıkçası ben bu şehri çok sevdim. Strasbourg’un en güzel bölgesi Le Petit France zaten.Ve  ne diyoruz yol insanı acıktırır 🙂 Hemen La corde a Linge adlı restoranda Salade de Pompes isimli patates salatası ve Baeckeoffe yedik ve enfes Alsas eyaleti şaraplarının keyfini çıkardık. Ponts Couverts, Petite bölgesinde üstü kapalı olarak neredeyse her Strazburg fotoğrafında gördüğünüz kulelerin olduğu köprü burası ve fotoğrafınızı eksik etmeyin tabii ki.

Tur başlasın..

Sinem’de parmağıyla aramızda

Notre Dame katedrali ile gezimize başlıyoruz. Giriş ücretsiz olup, Katedral çamurlu zemin üzerindeki küçük bir tepe üzerindeki Roma tapınağı üzerine inşa edilmiştir. Güney tarafında, 19’ncu yüzyıldan kalma bir “astronomi saati” var. Saatin boyu: 18 metredir ve dünyanın en büyük saatlerinden birisi olarak bilinir. Saatin, 1352-1354 yılları arasından kaldığı ve “Üç kral saati” olarak yapıldığı söylenir. Bu saat, günümüzde, müzeye kaldırılmış olup, burada göreceğiniz saat: 18’nci yüzyıldan kalmadır. Saat, her gün 12.30 olduğunda: mekanik figürler ortaya çıkıyor ve animasyon karakterleri, günün farklı saatlerinde hareket ediyorlar. Katedral içindeki “Melek Sütunu” nu da mutlaka görün derim. Katedralin hemen arkasında Rohan Sarayı bulunmakta ve 3 tane müzeye ev sahipliği yapmaktadır, ama bizim müze gezecek vaktimiz olmadığı için dışarıdan bakmakla yetindik. Karşı köşesinde ise şehrin en eski evi Kammerzel bulunuyor. Şehrin bence en iyi korunmuş ve fresklerle süslü yapısı Maizon Kammerzel günümüzde restoran olarak kullanılmaktadır, bence keyif yapmak ve görmek için ideal bir yer. Sıradaki durak Fransa’nın en eski eczanesi olan Pharmacie Du Cerf 13.YY’dan kalmadır. Gutenberg meydanı  Katedral caddesinin merkezinde, yani şehrin kalbinde. Adından da anlaşıldığı üzere matbaanın mucidi Johannes Gutenberg’in hareketli tipini yansıtan bir heykeli bulunuyor. Heykel: 1840 yılında, David Angers tarafından yapılmıştır. Tarih anlamlıdır, çünkü Gutenberg’in doğumunun 400’ncü yıldönümüdür. Katedral meydanından nehre doğru inerseniz St Nicholas iskelesinden güzel manzara var. Ayrıca kanal etrafında keyifli bir yürüyüş mutlaka yapmalısınız. Biz 4 kişi nehir kenarında çok romantik yürüyüşler yaptık Sinem, Ece, Feryal ve ben :))

strasbourg

Notre Dame Katedrali
strasbourg
Ancak bu kadar çekebildim figürleri 🙂
strasborug
Le Petit France
strasbourg
Strasbourg sokakları

strasbourg

Strasbourg’un simgesi Ponts Couvertes

strasbourg

strasbourg

Roha Sarayı

strasbourg

strasbourg

En Eski Bina Kammerzell

strasbourg

En Eski Eczanesi Pharmacie Du Cert bu binanın altında

strasborug

Gutenberg meydanı ve heykeli

strasbourg

St Nicholas İskelesi

strasbourgstrasbourg

 

İki yönden de çekilmeliyim, eksik kalmamalıyım 🙂

Place Kleber şehrin önemli meydanlarından biri ve Unesco tarafından Dünya Kültür mirasına alınmış.  Barok kumtaşı binalar, yarı ahşap evler, ortaçağ kanalları boyunca uzanan küçük şelaleler görüp,şirin kafelerde mola verebilirsiniz. Hediyeliklerinizi de buradaki minik dükkanlardan alabilirsiniz. Leylek Strasbourg’un simgesi. Gerçekten de leylek görmeniz an meselesi. Hediyelik eşyalarda da çok kullanılmış.

Bizim gezimiz buralarla sınırlı kaldı. Ama diğer tarafı gezmek isterseniz Avrupa Parlamentosu, Avrupa İnsan hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyi görmeniz gereken yerler. Ve en çok gidemediğim için üzüldüğüm  İmparator Napolyon’un eşi imparatoriçe Josephin’i etkilemek için: Versailles Şatosunun bahçesinin mimarı Le Notre tarafından tasarlattığı leyleklerle dolu Orangerie Park. İçerisinde şelale bile varmış, romantiklere duyurulur 🙂