Hollanda deyince akla Amsterdam geliyor tabi ki. Ama benim Hollanda turum bütün ülkeyi kapsadığı için anlayacaksınız ki sadece Amsterdam ile sınırlı değil bu ülke. Görülecek çok yer var. Amsterdam işin reklam kısmı.. O yüzden gününüzü 2 gün fazla tutup hatta 1 gün bile kısaltılmış bir Hollanda turu yapın. Bu turu bize Grand Holland turu diye baya bir pahalıya sattılar, tabi acemilik dönemime denk geldi. Yoksa verdiğim 90 Eur’dan çok daha ucuza gezeceğimi bilseydim tabi ki de kendim gezerdim. Ama öğrenmeden bilinmiyor. Bu gittiğiniz turların düzenlediği ekstra turlar her zaman sizin gezeceğinizden çok daha fazla rakamlara mal oluyor. Eğer ufak da olsa İngilizceniz var ise kendiniz planlayıp gezmenizi tavsiye ederim. Öncelik durağımız Amsterdam, özgürlükler şehri mi desem, çılgınlıklar şehri mi desem, ne desem bilemedim :)) İlk Amsterdam’a indiğimizde hava kararmak üzereydi. Hava oralarda geç kararıyor arkadaşlar bilginize saat 9 buçuğa kadar vaktimiz vardı. Amstel nehri kenarında bulunan Yel değirmen evini görmeye gittik, kandırıldık mı bilmem ama burası halen ev olarak kullanılan tek yeldeğirmeniymiş. Biz önünde fotoğraf çektirirken içeride akşam yemeği hazırlıkları yapılıyordu..
Yel değirmeni evden çıkıp Kırmızı Fener Mahallesine (Red Light District)gittik rehber eşliğinde, daha acısı yanımda annem vardı :)) Her şeyin serbest olduğu bu şehirde yanınızda annenizle gezmek ne demek bilemezsiniz dostum. Ki anneniz hala evlenmeden öpüşüyorlar mı acaba diye sorular soran bir anneyse nasıl olur bir daha düşünün. Annemin hayatı sorguladığı bu turdan sonra onları bir yer de bırakıp, kaçarcasına Red Light’a döndük. Çay içip kek yedik, çok çılgındık :))) Turun buluşma saatinde annemin ağlayan gözlerle bizi beklediğini görünce gülmekten cevap bile veremedik.. Bu şehirde holiganlar var kızlarımı kaçırırlar diye dövünüp durmuş :)) Kırmızı Fener Mahallesi (Red Light District) Oudezijds Voorburgwal ile Oudezijds Achterburg’un kanal kıyısı sokaklarının kuzeyi ve Oude Kerk’in güneybatısındaki bölgeden oluşuyor. İçerisine girince bambaşka bir dünya sizi karşılıyor. Girişte güzel kızlarla başlayıp arkalara doğru fiyat ile doğru orantılı diğer kadınlar var. Camdan odalarda gösteri yapıp müşteri çekmeye çalışıyorlar. Bunun haricinde canlı tiyatrolarda seks gösterileri, uyuşturucu satan dükkanlar, kafeler var. Fotoğraf çekimi yasak maalesef..
Evet oradan çıkıp hızlıca Grand Holland turumuza başlıyorum, hani şu kişi başı 90 Eur verdiğim, içimde hala sızısı olan :))
İlk durak Rotterdam; Rotter ırmağı üzerine kurulmuş, ülkenin ikinci büyük ve liman şehri. Şehrin simgesi 1196 bitirilmiş olan Erasmus Köprüsü. Savaş yıllarında Roterdam Almanlar tarafından neredeyse tamamen yıkılınca, madem yıkılmış bari değişik sanat ve binalar olsun demişler, bu sebeple şehirde ilginç mimarideki binalar görmek mümkün. Sizi hemen Euromast kulesine götürüyorlar ki 220 metre yüksekliğindeki kuleden şehri keyifle seyredelim. Benim Roterdam da aklımda kalan en ilginç bina kübik evler. Dışarıdan bile o kadar ilginç gözüküyor ki, içleri özel dizayn edildiğini duyunca anlıyorsunuz nasıl düzen kurmuşlar, bu binalarda oturmak prestij sayılıyormuş Hollandalılar için. Ayrıca evlerin içini internetten gezebiliyorsunuz. Bir diğer ilginç bina da kalem bina kübik evlerin yakınında bulunuyor.
Erasmus Köprüsü
Kübik evler ve Kalem ev
İkinci durağımız Delft; tam bir ortaçağ kenti. Gezmeye Markt meydanı ile başladık. Kuleden değişik melodilerde çalan çanlar şehrin havasını değiştiriyor. Şehir yada ülke demek daha doğru bataklığa kurulduğundan binalar da ki yamukluklar dikkatinizi çekiyor, tıpkı Delft de bulunan kilisenin çan kulesinin yamukluğu gibi…
Lahey’den Manzaralar
Sırada Atlantik Okyanusuyla Kuzey Buz Denizi’nin birleştiği yerde bulunan Scheveningen var. Eskiden zenginlerin yaşadığı bu balıkçı kasabası, şimdilerde sıcağı az da olsa gören Hollandalıların denize girmek için sahiline koşturduğu, kumsalın etrafında şık kafe ve restoranların bulunduğu bir kasabaya dönüşmüş.
Scheveningen Kumsalı
Gelelim benim en sevdiğim yere küçük sahil kasabası Volendam ; girişte kocaman bir yel değirmeni sizi karşılıyor. Yürürken hayranlıkla izlediğiniz bol çiçekli, harika bahçeleri olan evlerden,arada yolları kesen derelerin üzerindeki köprülerden geçerek ördekler eşliğinde merkeze geliyorsunuz. Merkez yani liman şeridi, aynı tip evlerin önlerinde küçük kafeler, barlar, harika hediyelik eşyalar satan dükkanlar ve deniz ürünleri yiyebileceğiniz uygun fiyatlı fast food’cularla dolu. Limanı gezmek boylu boyunca 15 dakikanızı alır. Hediyelik eşyalarınızı kesinlikle buradan alın. Hem çok çeşit var hem de fiyatları baya uygun.
Volendam
Büyük Hollanda turumuzu bitirip Amsterdam’a doğru yol aldık. Amsterdam’a vardığımızda akşam olmuştu. Amsterdam’da bol bol patates yiyebilirsiniz. Uygun fiyatlı ve baya lezzetli. Köşe başı sadece patates kızartması yapan ufak fast foodcular var. Biz Dam meydanında grupla ve annemle ayrıldık :)) Dam meydanı klasik Avrupa şehirlerinde olan meydanlardan, bisiklet ve diğer göstericiler bol bol eğlenceli şovlar sergiliyor. Napolyon ve birlikleri kenti işgal ettiğinde yönetimi bu meydanda devralmışlar. O akşamı şehrin bir diğer meydanı olan ve bence en turistik ve eğlenceli meydanı Leidseplein’de geçirdik. Ve oranın en eski ve en ünlü Kafe olan Cafe American da akşam keyfi yaptık. Kumar içince en uygun yer Casino Holland yine Leidseplein’de bulunmakta. Trafiğe ve bisiklete kapalı bu cadde sanki bir istiklal havasında mutlaka gitmenizi tavsiye ederim.
Dam Meydanı
Amsterdam da son gün.. Hemen hemen her Avrupa ülkesinde olduğu gibi burada da tekne gezintisi yapmadan dönmedim. Şehri bir de tekne üzerinde turlamak bence ayrı bir havasını keşfetmek oluyor. Ortalama 15 Eur ya turları satın alabilirsiniz. Şehrin kanalları yapılırken tamamen ülke insanları tarafından yapılmasına dikkat edilmiş. Yabancı işçi kesinlikle kullanılmamış.
Tekne turumuz ardından görmeden sakın dönmeyin diyeceğim Van Gogh müzesini gezdik. 200’den fazla Van Gogh eseri var. Hemen yakınında bulunan Rijks Museum Hollandanın en büyük sanat müzesine gittik. İçinde Frans Hals, Rembrandt gibi ünlü Hollandalı ressamların eserlerini bulabilirsiniz. Ayrıca müzede Hollanda tarihi ile ilgili eserler de sergileniyor. Birde gidemediklerim ama tavsiye edeceklerim var. Anne Frank’ın evi. Kitabını okudum fakat kapıdaki kuyruk ve kısıtlı zaman yüzünden giremedim. (Anne Frank Kanal kenarı evlerinden birindeki gizli ilave bölümde iki Yahudi aile İkinci Dünya Savaşı’nda 2 yıl Nazilerden saklandı. İhbar edilip yakalanarak Bergen-Belsen toplama kampına götürüldüler. Kampta öldüğünde 15 yaşında olan Anne Frank, bu evde yazdığı günlüğüyle tüm dünyaca tanınır hale geldi.) Birde Madamme Tussauts müzesi var ama artık dünyanın her yerinde olduğundan ben tercih etmedim. Meraklıları için en ünlüsü Londra’da. Molamızı Eet Kafelerden birinde verdik. Bu kafeler Amsterdam’da baya meşhur, ahşap dekorasyonları ve elmalı tartları ile denemeye değer.
Son akşamımızı da Leidseplein’de geçirelim dedik. Burası da en ünlü gece hayatı semti.Restoranlar, kulüpler, canlı jazz ve blues çalan barlar, Coffee Shop’lar, sinema ve tiyatrolarıyla renkli ve canlı bir bölge. Sokak müzisyenleri, hokkabazlar, ateş yutanlar ziyaretçiler için gece meydanı şenlendiriyor.
Evet turumuzun sonuna geldik. Bir gün mutlaka yolunuz bu çılgın ülkeye düşsün arkadaşlarım. Siz de bu ülkeden payınızı, eğlencenizi ve keyfinizi alın. Hep tatilde kalmamız dileğimle :))